Bu sayfamızda Cahit Zarifoğlu Sözleri yer almaktadır.
Düştümse sana bakarken düştüm.
Bir ölüm vefalı, bir de sonbahar.
Ben onunla içimden konuşuyordum.
Çünkü kırıldım, saç uçlarıma kadar.
Her fikrin karşılığı bir duygu vardır.
Şu küçücük kalpte nice hakkın yüklü.
Şöyle olmuş: Ben sen demişim, sense sen.
Umudumuz, acımızdan daha büyük olmalı.
Bir tabut düşün içinde ben. İçimde sen.
Fakat ben artık sana doğru yola çıktım.
Bir incelik gösterin,incinmesin yüreğim.
Suyu biz böyle geçeriz. Bizi afet sanırlar.
Beni kabullen, kendini yanına al, gidelim.
Kim çizebilir senden başka senin yaşamını.
Şöyle irice bir kelime bul ok atsın yüreğime.
Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.
Yağmur sıcağı gibi öptüm sonsuz gidişinden.
Yükümüz ağır, sorumluluk duygumuz ise zayıf.
Hayır kalbim yorulmadım hayır hayır yıkıl daha.
Ah şu yalnızlık kemik gibi, ne yana dönsem batar.
Kardeşim dedim. Acılarıma da kardeş olur musun?
Bize sözlerimizden çok, yüreğimizden anlayan gerek.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.
Filistin; bir sınav kâğıdı… Her mü’mîn kulun önünde.
Gelecektim ama daha kötü bir hatıram olsun istemedim.
Filistin; bir imza kağıdı. Her mü’min kulun önünde.
Gökyüzüne bakmayanların kalbi, daha çabuk kirlenir.
Sanki dünya, ölünün başucunda açık kalmış bir radyo.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum.
Az az ölüyoruz her gün yağmurdan, havadan bahseder gibi.
Gelecektim, ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim.
Başıma düşmüş sevda ağı. Bir başıma tenhalarda kahroldum.
Değil mi ki, kavuşmalarımız topal. Ayrılıklarımız koşar adım.
Çöplerin içinde rüya aradım, Düştümse sana bakarken düştüm.
Durdurun gece hücumlarını. Artık aşk insan kalbine sığmıyor.
Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.
Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir.
Farz et körsün olabilir. El ele tut. Taş al ve at. Kâfiri bulur.
Bazen yağmur olmak ister insan. Yağmak ister sevdiğinin yüreğine.
Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönemezsen…
Kapı aralığından baktığımda görebildiğim en güzel şeydir; yaşamak.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Büyük şehir, insanı manevi ihtiyaçlardan habersiz hale getiriyor.
Evet, hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa?
Adam, acı mümkün olduğu kadar kendi içine aksın diye yüzünü öne eğmişti.
Biz, sakalları şiirle karışık, yüreği Allah’la barışık adamları sevdik.
Bilmediğim ve ne yapacağı belli olmayan bir duyguyla hırpalanıyorum boyuna.
Anne mükemmel bir üleştiricidir. Ve kendine daima en küçük lokmayı ayırmıştır.
Düşüncelerini bırakmadan kendini uçmak adlı bir hayatın üzerine yayarak uçuyor.
O sabah ezan sesi gelmedi camimizden. Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına
Burası Dünya! Ne çok kıymetlendirdik… Oysa bir tarla idi; Ekip biçip gidecektik.
Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.
Demek ki dedi gerçek olmasa bile cesaret ölümü korkulacak olmaktan çıkarabiliyor.
Gelin bir zaman kollayalım. Kalbimizle halleşelim. Görelim nasıl çıkarlar peşinde.
İnsanların görünüşlerine bakarak onlarda üstünlük bulmaya çalışanlar hep kaybetti.
Dedi ki: Sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki; Şair aşka boyun eğer zulme değil.
Eğer hayvanlar aralarında konuşuyorlarsa, kim bilir neler söylüyorlar insanoğlu için.
Yaşamak bir perde gibi kalkıyor aramızdan. Zamansız mekânsız bir tünel başındayız şimdi.
Bir gün ister istemez karşısında olacaksın kaçtıklarının. Dua et o gün henüz mahşer olmasın.
Merhamet capcanlı bir kuştu insan kalplerinde. Bir ölçü, bir adaletli ki eşi emsali bulunmaz.
Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir. Alevler bir ayrı âlemdir. Dirlik sevinçtir göç içimizedir.
Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle sırtımıza inen büyük bir şamar.
Bazı insanların hayvandan bile aşağı olması mümkün, eğer kalbinden merhametin zerresi kalmamışsa.
Bense anahtarı yalnız bende bulunan bir odaya girer gibi okurum şiirimi. Onun hatıraları bendedir.
Şimdi yoksun üstelik uzaktasın ellerin yapayalnız biliyorum gözlerin dalıyor yine hep benim için olmalı.
Vicdanen rahat olmamız yetmiyor. Başkalarının hakkımızda yanlış kanaatler edindiğini görmek üzüyor bizi.
Hayalimin ayağı yere değmiyor henüz. Onun gerçekleşmesine dayanacak, onun yükünü kaldıracak topraklarım yok.
Kalbinizi yumuşatın, ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.
Ehli takva olun, ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları. Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları.Konuşurlar. İsterler. Susarlar.
Evimizde her türlü müsibete ve hastalığa karşı bir tek doktor ve ilaç vardı; dua ve aspirin. Daima şifa bulduk.
Bu dünya soğuk… Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer.
Alnı secdeye inen insanların sesleri birbirine bağlanabilirse, ancak o zaman sokaklar, meydanlar ardına kadar açılır.
Ayrılıkla başım belada gözlerini çevir gözlerime yoksa ben sensiz bu sessizlikle. Deli gibiyim sensiz bu sensizlikle.
Biz kendimizi hep doğru yoldan ayrılmamış kabul eder ve dünyanın bir imtihanhane olduğunu hep başkaları için düşünürüz.
İnsan sevmeli; bazen bir insanı, yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu. Zaten sevmezse insan, insan mı olur?
Ve önemli olan ‘an’dır. Onu; ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, Suriye’nin toprağından, Bosna’nın bayrağından, Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz.
Düşününce gördüm ki tabanından yere mıhlanmış gibi toprağa bağlılıktan oluyor bütün bunlar. Yeryüzünü yırta yırta adım atıyoruz.
Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu, münakaşa ve cedel, su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl, ya da engelle.
Haydi, bir şeyler daha yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca, acıkınca nasıl anlıyorsak, yazmak anını da anlarız.
Ve gördük ki; mekan değildir, zamandır önemli olan. Ve lakin o da değildir, eylemdir önemli olan. Ve o dahi değildir kalp olmadıkça.
Filistin bir sınav kağıdı her mü’min kulun önünde de gerçeği yaz: hakikat şehitliğe koşmaktır de isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine.
Sanki daha yakın, en yakın olabilme imkanı için vücudumuzun alacağı hiçbir şekil, sanki alnımızı koyacağımız bir alınlık temiz bir yeryüzü kalmamış.
Düşünün bakalım, televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda, değil cihad etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?
Buruşturularak atılmış bir kâğıt parçası gibiyim. İçimde kalkıp gidenlerden doğan boşlukların ağırlığı… Ve sevmek. Ve korkmak ve nasıl, uzaydaymışım gibi yalnızım.
Yazarlar bazen daha ilk cümleyi yazdıklarında sonunu getiremeyeceğini anlarlar. Bazen de o cümle ile her şey söylenmiş gibidir. Yazacak tek kelime daha bulamazlar.
İnsan kendi mutlu olma imkânını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan andır.
Bakıyorsunuz, zulmedilenlerin tek ortak özelliği var; Müslüman oluşları ve zulmedenlere bakıyorsunuz, onların da bir tek özelliği var; Kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri.
İnsan gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? On yedi yaşlarındaki delikanlıların bile iki kat yaşlıların ki kadar yürekleri dolu.
Not: Siz de sitemize katkıda bulunmak istiyorsanız; yorum bölümünü ya da Yeni Söz Ekle butonunu kullanarak güzel sözler ekleyebilirsiniz.